Aslında kelimelerin bittiği yerdeyiz ve böylesi durumlarda ne söylesek boş. Çünkü ölümün olduğu yerde gerisi teferruattan ibaret kalıyor maalesef. Zaten o nedenle günlerdir bu konuda yazamıyorum ya…
Neden böyle bir giriş yaptığıma ve konuya gelmeden önce biraz hatıralarımdan bahsetmek istiyorum. Çocukluktan başlayarak…
Bildiğiniz üzere safkan Karşıyakalıyım. Her ne kadar kökenlerimde Selanik ve Rodos da yer alıyor olsa da, özellikle baba tarafımdan tüm erkeklerin kökleri Karşıyaka’dan… Ve her iyi Karşıyakalı gibi Kaf Sin Kaf’ımızı da yaşadığımız toprakların bir parçası olarak görür, sever, onunla yatar onunla kalkarız…
Rahmetli babam; Gazcı Erol, Ogün Altıparmak, Kaptan Erol Baş gibi efsanelerimizle hem mahalleden arkadaş hem de mahallede Fransız Bahçe tabir ettikleri yerde (şimdiki Alaybey İlkokulu) futbol oynamış olan birisiydi. Sonra sonra hayatın getirdiği yol ayrımlarıyla arkadaşları profesyonel futbolculuğu seçerken kendisi tahsil hayatını İktisat Fakültesi’ni de bitirerek tamamlayıp bankacılık üzerine mesleğini sürdürmüş. Bir alt jenerasyondan olan Gode Cengiz de yine babamın tanıdığı babama hürmetle ‘’abi’’ diye hitap eden bir diğer futbol efsanemiz… Tüm bunları anlatmakta bir maksadım var elbette. O da şu;
Ben futbola karşı ne kadar ilgisizsem, beni yetiştiren babam da o kadar içinden gelen birisiydi. Buna rağmen beni bir kez olsun futbolu daha çok sevdirmeye yönlendirdiğini hatırlamam. Herkesin kendine ait bir şahsiyeti, kendi tercihleri olması gayet doğaldır mantığıyla…
Hal böyleyken ben (Karşıyakalıların çoğunluğunun da aynı duyguya sahip olduğuna emin olduğum üzere) bu şehrin bence asıl sporu olan basketbola merak sardım. Üstelik de bacak kadar boyuma bakmadan kendi mevkiimde okul ve sınıf takımları düzeyinde oynayacak şekilde… Hatta 1 yıllık bir süre ikinci ligde profesyonel geçmişim de oldu…
Tabi ki basketbolu daha çok sevmemin nedenleri arasında tam da ergenlik dönemime girme eşiğindeyken ve o yaş dönemine has duyguların daha da yoğun yaşandığı bir durumdayken elde edilen birinci lig şampiyonluğu + Cumhurbaşkanlığı kupasının da rolü büyüktü. Haliyle; çocukluğumdan, yarım yüzyılı devirdiğim şu yaşıma kadar en üst seviyelerde tek başarısını görmediğim futbola da ilgim daha az oldu…
Söz konusu Karşıyaka Spor Kulübü ise branş ayrımı yapmaksızın armamızın yer aldığı her formayı sonsuz bir enerjiyle desteklerim o ayrı, ama anlatmak istediğim genel anlamda spor branşları arasındaki ilgim ve sevgimin farklı olduğu…
Henüz ilkokul birinci sınıf talebesiyken, 7 yaşımdan itibaren önce Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda, 2005’ten itibaren ise kutsal topraklardaki Mustafa Kemal Atatürk Karşıyaka Spor Salonu’nda (şimdilerde spor kompleksi oldu adı) basketbol tribünlerindeyim. Son yıllarda kendimce haklı olduğumu düşündüğüm bazı nedenlerle salona gitmeyi aksatmış olsam da neredeyse 45 yıla yakın zamandır basketbolu yakından takip ettiğim gerçeğini bu durum değiştirmiyor…
Bu basketbol tutkumun oluşma aşamasında çok önemli bir figür de vardı ayrıca! Bizlerin ailecek Ateş Baba dediğimiz Ateş Özerk! (kimisi Ateş Amca diyor, kimisi de Ateşinko… hiç farketmez, gönüllerdeki yeri aynı…)
Gerçekten de adı gibi ateş parçasıydı o salonlarda… Çocuk halimle hatırlıyorum da Atatürk Kapalı’da dip köşede devamlı ayakta, yerinde duramadan, kimi zaman zıp zıp zıplayarak bağırırken olan o halleri sadece sahadaki oyuncuları değil biz tribünde yer alanları da motive ediyordu…
Bir süre sonra idareciliği bıraktıktan sonra ise bu kez de salonlarda kendine ait sabit bir noktada devamlı izlerdi maçlarımızı. Salona geldiğimde ilk işim gözlerimle onu aramak olurdu hep. Çünkü onu görmek onun orada olduğunu bilmek, olmaması halinde kendimi çok eksik hissedeceğim bir parçanın yerinde olduğunu anlamanın güvenini verirdi…
Kızımı daha 5-6 yaşlarında ve yeni yeni bir şeyleri anlamaya başladığı zamanların birinde bir gün salona getirdiğimde ilk işim ona da Ateş Özerk’i göstermek ve kim olduğunu anlatmak olmuştu hatta…
Yine bir gün kızımı henüz 1 yaşında ya var ya yok dönemlerinde üzerine kocaman Karşıyaka armalı tişörtünü giydirip salona götürdüğümde annesiyle fotoğrafını çekmiş ve facebook’a koymuştum. Ateş Baba ile birebir tanışma fırsatım hiç olmadığı halde o fotoğrafı görüp beğenide bulunduğu için dahi gurur duyacak kadar önemli bir semboldü benim için…
Ateş Özerk, Karşıyaka basketbolunun Türkiye genelinde gelmiş olduğu saygın mertebenin temellerini atanlar arasında başrol oyuncularındandı…
Şimdi yazımın başına dönecek olursak, Ateş Özerk’siz Karşıyaka basketbolu adeta yetim kalmışken, bundan böyle onu salondaki sabit yerinde hiçbir zaman göremeyecekken yukarıda yazdıklarım da evrenin sonsuz boşluğunda kaybolup gidecek ve hiçbir şey de onu geri getiremeyecektir. O nedenle ölümün olduğu yerde gerisi teferruat dedim. Umarım vefalı Karşıyakalılar olarak anılarını yaşatmayı başarabiliriz en azından…
Sağlıcakla kalın!..
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!