İnsanoğlu “Bugün de akşam oldu” diyor ya… Oysaki her gün akşam olmuyor mu?
Saliselerle başlayan hayat devam ederken, saniyeler, dakikalar, saatler ve günler akıp gidiyor…
Bu zaman diliminde; gerçekleri, iyileri kötüleri, dostları düşmanları, yüzüne gülüp de arkandan iş çevirenleri görme şansını buluyor veya bulamıyorsunuz…
Gördüğünde ellerini iki yana açarak “kardeşim” diye seni kucaklayanların arkanı dönüp uzaklaştığında da; nasıl iş çevirdiğini bilemiyorsun ki!..
O kişi veya kişilerin duyamadığın “Yaramazın biri, salla gitsin. Mecburen öyle davranıyorum” demelerine hiç aldırış etmeyin.
İkiyüzlü. Riyakâr…
Sizi değil, kendisini kandırdığının bile farkında değil… Gününü kısaltıp, o an kar ettiğini zannediyor ama geniş zamanda kaydeden de hep o tipler oluyor…
Bir bakıyorsunuz yapayalnız, çaresiz…
Herkes zaman içinde doğruları görüp sırt çevirmiş, menfaat bekleyen ancak bulamayan sahte dostları da etrafından yok olup gitmiş…
Siz ise; gül bahçesinde gerçek dostlar ve dostluklarla kaynaşıyor, övgü dolu sözlerle anılıyorsunuz… O an hayat size güzel… Aslında hep güzel… Çünkü sizin içiniz de güzel…
Siz siz olun; arkadaşınızı iyi seçin veya “Kervan yolda düzülür” sözünü uygulayın. İlk hatasını af edip, ikinci şansı tanıyın ama temkinli davranıp, sonrasındaki ilk yanlışlığında da silip atın…
Öyle uzağa atın ki, bir daha yanınıza yaklaşma cesaretini bile gösteremesin!
Yazdıklarımız bugün için değil. İnanın yaşam boyu devam eden, her alanda rastlayabileceğiniz değişmeyen gerçekler.
Sadece arkadaşlıklar, dostluklar, iş, cemiyet dünyaları veya sosyal yaşamda mı?
Kesinlikle hayır!
Kulüplerde takım kurarken de, yönetim oluştururken de çok dikkatli olmak zorundasınız. Bilerek veya bilmeden yapılan yanlışlıklar sonucu sizin kadar, temsil edeceğiniz camia da büyük yara alır.
Bu sadece sahada oynayacak ekipler için söz konusu olamaz. Yönetim ve profesyonel kadrolar için de geçerlidir.
Unutamadığım bir söz asla aklımdan çıkmaz. Bu; çocuk yaşlarında dükkânında çıraklık yaparken dayımın bize söylediği “Mal alınırken kazanılır” sözüdür.
O gün, bugün, ne kadar da doğru olduğunu unutmamak hep artı yazdı… Maldan kasıt materyal… Ne olursa olsun, alırken kazanıldığı örnekleri oldukça da fazla.
Düşünün bir futbol takımı kuruyorsunuz… Ekonominizi doğru kullanıyor, ayağınızı yorganına göre uzatıyor ve sağın solun laflarına bakmadan, onların abartılı, süslü kelimelerine kanmadan araştırıp, araştırtıp “ince eleyip sık dokuma” misali gözlemler sonucunda, ne kadar başarılı olduğunuzu görüyorsunuz. Elbette bunları yaparken veya yaptırırken de kontrol mekanizmasını elinizden bırakmamaya özen gösterdiğiniz bir gerçek olmalı.
Bir de şuna da dikkat etmelisiniz.
Etrafınızdaki her şeyi tek başınıza mı kontrol etmeye çalışıyorsunuz? İşte bu hataya düşmeyin. Bütün dikkatini başkalarına yöneltenler, inanın en önemli şeyi, kendilerini kontrol etmeyi gözden kaçırırlar... En büyük tehlike de budur!
O nedenle iyi, doğru, çalışkan ekip kurmak ve karşılıklı güven şarttır…
Liderin önemi burada ortaya çıkar. O ekibin başarısı en önde gidendedir. Eğer o yanlışlıkların içinde boğulursa, güzergâh içinde sizler “Nasrettin Hoca’nın filleri” hikâyesini anlatıp, durursunuz…
Bugüne kadar ligleri inceleyen spor tarihçileri, doğru kurulan ve istikrarı sağlayan kulüplerdeki başarıyı görmektedir.
Elbette bazen sizin doğrunuz, hayatın akışındaki doğruya benzemeyebilir ve hayal kırıklığı da beraberinde gelir. Ama ne olursa olsun istisnalar kaideyi bozmaz…
Şu anda futbol, basketbol, voleybol, hentbol liglerine bakın. İskeleti ve alt yapısı sağlam olan ve doğru kurulan, borcu bulunmayan kulüplerin takımları adeta bir makine misali tıkır tıkır işlemektedir. Tam tersi olanlar da; sapır sapır dökülmektedir…
Sadece bunu takımlara, kulüpler uyarlamak da yanlıştır. Federasyonlar da öyle değil midir? Çatısını iyi kuran, kiremidini sağlıklı döşeyen ve olması gerekeni yapanların hiç biri yağan yağmurda şemsiyesini açıp da “benim çatı delindi, su geliyor” demez!..
Şimdi bunları bugünkü tabloya nasıl uyarlayalım?
Ülke sporunun, sporcusunun, yöneticisinin, hakeminin, gözlemcisinin, antrenörünün hali ortada değil mi?
İsterseniz biz bırakalım bu konuyu da, doğaya, çiçeklere, böceklere dönelim…
Uzun zamandır hasret kaldığımız yağmur başlayınca, kafayı dağıtmak amacıyla da attık kendimizi sokağa… Boş boş dolaşırken, Karşıyaka Stadı’na kadar yürümüşüz…
Pardon…
Ortada olmayan stat dedim… Dil sürçmesi…
Eskiden Karşıyaka Stadı olan şimdi karavan, minibüs, kamyon, özel araçların park ettiği. Yer yer de ot bürüyen mezbelelik alanın oradan yolun karşısına sahil tarafına geçmek istedim. Vızır vızır işleyen trafikte ışığın yanmasını beklerken, geçen geçene… Kırmızı ışıkta beklemek sadece bizim nesilde kaldı herhalde… Kırmızı da yansa, sarı da… Beklemek yok!
Bu acele ne?
Bir de ellerindeki telefona bakarken geçip, size “Geç, geç… Boşuna bekleme!..” demezler mi? Dalga geçer gibi!..
Kusura bakmayın, biz kurala uyar, 30 saniye bekleriz…
Siz de beklemelisiniz diyeceğiz de… Sizi duyan, ışığı gören duyarlılık nerede?
Bazen tepki koymak da gerekiyor. İşte o an da Nazım Hikmet’in şu dörtlüğü aklımıza geliyor:
“Ey sol yanıma düşen ince sızım,
Öyle tepkisiz kalma.
Yaktığın yürektir,
Çıra değil…”
Zaman akıyor dedik ya… Koskoca bir yılı daha geride bırakıyoruz…
Sağlıklı nice yıllara…
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!