ANA SAYFA > Yazarlar > Mehmet Erdül > GATA

GATA

MehmetErdül
Sosyal Medya :
07 Ocak 2019, Pazartesi 17:53
14171 kez okundu

GATA, Gülhane Askeri Tıp Akademisi demek. 
Türk tıbbına bir asırdan fazla hizmet veren GATA; Gülhane Askeri Tatbikat Okulu ve Hastanesi adı altında 30 Aralık 1898 tarihinde İstanbul'da Topkapı Sarayı surları içerisinde kurulmuştu. 
1941 yılında İstanbul'dan Ankara'ya Cebeci Hastanesi'ne nakledildi.12 yıl faaliyetlerini burada sürdürdü.1947 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi unvanını aldı.
 1953 yılından 1971 yılına kadar Bahçelievler'deki şimdiki K.K.K. lığı binasının bir bölümü olan eski binada hizmet veren GATA ,1971 yılında Etlik'teki modern binalarına taşındı
 1977 yılında GATA Komutanlığı bünyesinde Sağlık Astsubay Hazırlama ve Sınıf Okul Komutanlığı ,7 Kasım 1980 tarihinde Askeri Tıp Fakültesi ,25 Kasım 1985 tarihinde Hemşirelik Yüksek Okulu , 01 Ekim 1992 tarihinde, 2 yıl süreli ön lisans seviyesinde eğitim veren Sağlık Meslek Yüksek Okulu açıldı.
 21 Nisan 2000 tarihinde T.S.K. Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi hizmete girdi.
 Gülhane Askeri Tıp Akademisi; 1998 yılında 100 üncü kuruluş yılını kutlamıştı.
 GATA, yetiştirdiği öğretim üyesi ve uzman hekimleri ile 1909'da İstanbul Tıp Fakültesi’nin, 1945 yılında Ankara Tıp Fakültesi'nin kuruluşuna da önemli katkılarda bulunmuştu.
 Olağanüstü Hal Kapsamında;
“Bazı Tedbirler Alınması ve Milli Savunma Üniversitesi Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname" ile GATA'ya bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları, her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte Sağlık Bakanlığına devredildi.
 Bunlara tahsisli taşınmazlar da Bakanlığa tahsis edildi. 
 GATA’nın Sağlık Bakanlığı’na bağlanması kararı ile, askeri doktorluk ortadan kaldırıldı.
 Askeri hastaneler, stratejik anlamda önemlidir.
 Savaş durumları için kurulmuştur.
 Askeri tabipliğin tanımı farklıdır.
 Ben yaptım oldu mantığı, akla, aykırıdır.
 Bütün planları savaş olacakmış gibi yapılmalıdır. Barış zamanına göre kafası çalışanların askerlik yapıp yapmadıklarına, paralı askerlik, kısa dönem askerlik yapıp yapmadıklarına dikkatle bakmak lazımdır. Askerlik bilgisi olamayanların, sivil düşünce ile uyguladıkları barış dönemi planları ile askeri hastanelerin kapatılması gelecekte, ciddi sorunlara neden olacaktır.
 Sivil doktorların sahip olduğu teçhizat, örgütlenme, eğitim ve çevre ile askeri doktorların sahip oldukları birbirinden çok farklıdır. Çatışma yaşanan yerde, hastaneye kadar askeri hekim dışında başka hekim yoktur. Birçok sivil hekim doğuda atandığı yerde görev yapmamamak için İstirahat almakta, istifa etmektedirler.
 Uluslar arası sözleşmeler gereği yurtdışında gönderilen askerler arasında asker doktorlar vardır.
 NATO, hiçbir toplantısına sivil doktoru kabul etmez. Afganistan’a sivil bir doktor gönderemezsiniz.
 Kıbrıs Barış Kuvvetleri’nde Sağlık Bakanlığı’ndan bir doktor görevlendiremezsiniz.
 “Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Haydarpaşa Eğitim Hastanesi tüm sivil halkımızın hizmetindedir. İsmi bundan sonra Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak anılacak.” Demek, Osmanlı yandaşlarının, “Atatürk ile Türk Kurtuluş savaşı ve o savaşın kahramanları ile Cumhuriyet ile sorunlu insanlarız” denmesi ile eşittir.
 “Keser döner, sap döner” GATA aslına döner. Bu yaptıklarınızın hesabını soracak, geri alacak bir demokratik yönetim ve malına sahip çıkan bir ordu yönetimi bulunur.
 12 Eylül’de CHP ve Adalet Partisi kapatılmış mal varlıklarına el konulmuştu. Yıllar sonra geri alındı. Askeri liseler de askeri hastaneler de geri alınacaktır.
 
Ülkenin “Askeri Genleri” ile oynamayın.
 Bir gün Adalet herkese nasıl lazım olacaksa, ülkemize de bu kuruluşlar da öyle lazım olacak unutmayın.
 II. Abdülhamit zamanında sürgüne gönderilen kişiler çoğun­lukla, asker ve doktor kesiminden oluşuyordu. Bunun nedeni, görevlendirilen “Hafiye Teşkilatı“ mensuplarının çoğunlukla doktor ve asker menşeli olmalarıydı.
 Sürgünden dönen ittihat ve Terakki mensupları, iktidarı ele alınca II. Abdülhamit’in kendilerine yaptıklarının aynısını, ilk önce II. Abdülhamit’e daha sonra da muhaliflerine yapmışlardı. 31 Mart olayından sonra, II. Abdülhamit tahttan indirilmiş, Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile İttihat ve Terakki Partisi yanlıları güçlü bir şekilde iktidarı ele geçirmişlerdi.
 İttihat ve Terakki mensupları önce, sürgüne bir ihtiyat tedbiri olarak sıkça başvuran II. Abdülhamit’i Selanik’e sürgüne gönderdiler.
 Türk aydını için İttihat ve Terakki’nin 1912’de askeri bir diktatörlüğe yönelmesinden, 1918’de İstanbul’un işgaline kadar süren yeni bir sürgün dönemi başlamıştı.
 Meşrutiyet yanlısı ve özgürlüğün savunucusu oldukları gerekçesiyle sürekli sürgün cezasına maruz kalan ittihatçılar, 1910’lu yıllarda ise muhalifleri, Hürriyet ve İhtilaf Fırkası mensuplarını sürgüne gönderdiler.
 27 Nisan 1909 Salı günüdür…
 II. Abdülhamid’in Selanik’teki sürgün hayatı başlar…
 Enver Paşa, Talat Paşa yani İttihat ve Terakki zihniyeti ülkeyi yönetmeye başladıktan sonra ülke ve Sultan yakasını felaketlerden kurtaramaz…
 Talat Paşa ve arkadaşları II. Abdülhamid’i Selanik’te ziyaret eder ve siyasi taktiksizlikten yoksun kaldıklarını beyan ettikten sonra kendisinden yardım isterler…
 II. Abdülhamid gelenleri;
 “Siyasi karar alabilmek için günlük siyaseti çok iyi takip etmek gerekir… Ben aylardan beri burada sürgün hayatı yaşıyorum ve gelişmelerden de haberdar değilim, sadece olayların sonuçlarını bilmekteyim… Bu yüzden size yardımım olamaz, bunu beni buraya gönderirken düşünmeliydiniz… Artık çok geç…” diye yanıtlar.
 Üç yıl altı ay Selanik’te sürgün hayatı yaşayan Sultan II. Abdülhamid, daha sonra Beylerbeyi Sarayı’nda öldüğü güne kadar âdeta hapis hayatı yaşar…
 Enver Paşa, Sultan II. Abdülhamid’i ziyaret ettikten sonra Talat Paşa’ya gider ve ağlayarak itirafta bulunur;
 “Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek! Biz Turan yapmak istedik, viran olduk. Bizim asıl sorumsuzluğumuz Sultan Hamid’i anlamamak ve Siyonizm’e alet olmaklığımızdır… Acıdır, fakat hakikat budur!”
 II. Abdülhamid hatırlarında şöyle yazmaktadır:
“Hakikati hiç olmazsa ben dünyadan el çektikten sonra itiraf etsinler! Ben iyi, güzel, faydalı hiçbir şeyin düşmanı olmadım, bunlara düşman olanlardan başka… Geri dönüşü olmayan siyaset altı yüz yıllık bir imparatorluğu çökertebiliyor…Bir ülkenin yarınlarını şekillendirmek isteyen siyasiler dününü de çok iyi bilmelidir…”
 Tarih ders almak için okunmalıdır.

PAYLAŞ

Yazara Ait Diğer Makaleler


SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yükleniyor

Köşe Yazarları

Anket

Yeni İnternet Sitemizi Beğendiniz mi?